"Bu bir çözüm süreci değildir"
- Çetin Gürer
- 27 Oca
- 5 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 17 Şub
Ortalığın toz duman olduğu, doğrunun yanlıştan, hakikatin hakikat olmayandan güçlükle ayrılabildiği – çoğu zaman da ayrılamadığı – bir zamanda, yeni bir çözüm süreci, imge, dil, hakikat tartışmalarıyla yeniden karşımıza çıktı. Gördüklerimiz, duyduklarımız, göremediklerimiz ve duyamadıklarımızla birlikte olanı anlamaya ya da olana anlam vermeye çalıştığımız gri ve kalın bir bulutun içindeyiz.
Son on yıldır ülke olarak içinden geçtiğimiz kap karanlık tünelden yeni bir çözüm süreci ile çıkabilmenin yarattığı iyimserlik, umut ve beklenti ile soluksuz bir biçimde gelişmeleri izleyip kafa yorarken, adeta aklımıza yediğimiz bir tokat ile anlam dünyamız paramparça oluyor. Muktedirler sık sık gördüklerinize inanmayın, söze inanın der gibi “bu bir çözüm süreci değildir” demekten geri durmuyor. Sadece muktedirler mi? Kürt siyaseti de aynı şeyden dem vuruyor ve “bu bir çözüm süreci değildir” sihirli cümlesini kulağımıza fısıldıyor.
Bu cümleler zihnimizde oradan oraya çarpıp dururken, ilginç bir benzerlik olduğunu düşündüğüm, Belçikalı ünlü sürrealist ressam Rene Magritte’in o meşhur “İmgelerin İhaneti” tablosu “bu bir pipo değildir” hızır gibi yetişiyor. Magritte 1929’da yaptığı bu ünlü tablosunda bir tuvalde havada asılı duran bir pipo resmeder ve hemen altına da “bu bir pipo değildir” diye kafa karıştırıcı, ironik bir cümle yazar. Tabloya bakan, şimdi gördüğüne mi yoksa söze mi inanacak? Bu mutlak çelişkiden nasıl kurtaracak kendini? Magritte bunları öylesine istediği için, hiçbir felsefi, sanatsal amacı olmadan imgeyi ve sözü yan yana getirerek ünlü olmadı. Yaptığı ve yapmak istediği şeyler vardı. Buna kısaca yakından biraz daha bakalım.

Magritte, imge-hakikat-söz ya da hayal-nesne-dil arasında kurduğumuz geleneksel ve sistematik anlamlandırma bağlantılarını koparmak, baltalamak ve kesmek için böyle tablolar yapar. Bir başka ünlü tablosunda ise masmavi bir gökyüzü altında kap karanlık bir şehir resmeder, şehir göğün aydınlığıyla değil, sokak lambaları ile aydınlanmaktadır. Gökyüzü aydınken sokaklar neden karanlıktır? Magritte bu ve benzeri tablolarla felsefenin en kadim tartışmalarından birine sanat penceresinden dahil olur ve bir katkı koymak ister. Varlık var mıdır? Varlık varoluşunu nasıl gösterir? Peki Varlığı bilebilir miyiz?
Klasik epistemolojide şeylere bir ad verilir ve bu adların o varlığı ve onun gerçekliğini temsil ettiği iddia edilir. “Kavramsız görüler kör, görüsüz kavramlar boştur”, diye formüle eder bu epistemolojiyi Immanuel Kant. Dünya ile dil arasında mutlak bir ilişki ve karşılıklık vardır bu epistemolojide. Ancak Magritte dünya ile dil arasındaki bu karşılıklığı kesip atar, hakikat ile bunun temsilinin farklı olduğunu ve hakikatin temsil edilemeyeceğini söyler. Varlık, olgu, hakikat, nesne hiçbir şeye ihtiyaç duymadan kendiliğinden vardır, varlık ile bunun görsel ve dilsel temsili arasında zorunlu bir ilişki yoktur ve kurulamaz der. Çünkü ona göre hakikat, sözden ve imgeden bağımsız olarak kendi anlamını taşır, bir kavramı olmasa da.
Nedir Magritte’in bu tablosuna baktığımızda bizi düşünmeye yönelten? Sorgulamamıza sebep olan, bizi şaşırtan ya da aklımızın saat gibi çalışma ritmini bozan asıl güç nasıl ve neden ortaya çıkar? Bir yoruma göre okuyucu kimliğimiz ile izleyici kimliğimiz birbiriyle çatışmaya girer, her bir kimliğe içkin anlam kurma, anlam verme, sonuç çıkarma, benzerlik kurma gibi yerleşik işleyiş biçimleri arapsaçına döner. Gördüğümüze mi yoksa okuduğumuza mı inanacağız? Bunlardan hangisinin hakikat olduğuna karar verememenin yarattığı bir kıvranma ve büzüşme hali. Fakat Magritte üçüncü bir seçeneğin olduğunu söyler: Hakikat ne gördüğümüz, yani ne imgede ne de sözde temsil edilen şeyin kendisidir. Hakikat bunların dışında bir varlık alanıdır. Neden bir sözü ve resmi, hakikatin kendisi sanarız, sözü veya imgeyi hakikate (Varlığa) önceleriz ki?
Bu yönüyle bir imge, bir söz, temsil etmeye çalıştığı hakikatin, olgunun kendisi değildir, bir imge olarak pipo ve bir söz olarak pipo, nesnel bir varlık olarak piponun kendisi değildir. Ünlü Fransız düşünür Michel Foucault da Magritte’in bu çalışması üzerine aynı isimle yayınlanan bir makale yazar: “Bu bir pipo değildir”. Foucualt’ya göre, tablodaki cümle olumsuzlayıcı bir biçimde resimle bir ilişki içindedir. Bizi yanıltan şey ise, bizim metinle figürü ya da söz ile imgeyi ilişki içine sokma eğilimimiz; dil ile dünya arasında örtüşen bir karşılıklık kurma isteğimiz, temsil ile temsil edilen şey arasında zorunlu bir ilişki kurma isteğimiz. Oysa dil ile dünya arasında eğilimimize karşıt bir ilişki vardır, temsil ile temsil edilen şey arasında kurulamayacak olan bir ilişki.
Varlık kendi temsilinden bağımsız bir hakikatse ve henüz kendini büsbütün açığa çıkarmamışsa, öyleyse hakkında konuştuğumuz şey, hakikatin kendisi değil, hakikatle ilişkisi olduğunu düşündüğümüz temsiller, sözler, imgeler ve hayallerdir çoğu zaman. Öyleyse burada durup kalalım ve temsilin kendisini biraz daha konuşmaya devam edelim. Evet, siyasal iktidar ve Kürt aktörleri bu tablonun altına neden “bu bir çözüm süreci değildir” cümlesi ekliyor ısrarla? Bu cümleye mi yoksa gördüklerimize mi inanacağız? Ya da üçüncü bir seçenek daha olabilir deyip hakikatin başka bir şey olduğuna mı?
Aynı Magritte’nin yaptığı gibi, bu cümleyi kuranların da düşünme, anlama ve anlamlandırma biçimimizi; geçmiş örneklerle benzeştiren akıl yürütmemizi bozguna uğrattığı kesin. Her ne kadar imge bir çözüm sürecinin temsili gibi dursa da, altına düşülen bu not, bizi imgeler dünyasından sözün dünyasına çekiyor, gördüklerinize değil duyduklarınıza inanın, hakikatin temsili görüntüde değil, kurulan bu sihirli sözde çağrısı yapılıyor. Sözdür hakikati temsil eden, sıkılan eller, gidilen yollar, katedilen mesafeler değildir diyor. Evet hem siyasal iktidar hem Kürt siyasal aktörleri bir konuda anlaşmış: “Bu bir çözüm süreci değildir”. Gerçek ötesi bir çağda (post-truht), tabloya şekil veren aktörler sürrealist birer Magritte.
Magritte ve çözüm sürecinin aktörlerini izleyerek devam edersek, “bu bir çözüm süreci değildir” ifadesinin hakikati temsil etmediğini, bu sözden ve imgelerden bağımsız bir çözüm sürecinin “hakikat” olarak ayrıca var olduğunu söylemek elzemdir. Çünkü varlık vardır, gerçek, kendi temsilinden farklıdır, dolayısıyla bir çözüm süreci vardır. Fakat bu hakikat henüz kendini tamamen açığa vurmuş değil.
Devamla fakat Magritte’den farklı olarak, çözüm süreci aktörleri bu cümle ile ikiye bölünmüştür:
a) siyasal iktidar tarafı, ‘söz ve imge dışında başka bir hakikat yoktur’, ‘varlık yoktur’; gördüklerinizi çağrışımlar ve benzeştirmeler yoluyla bir “çözüm süreci” olarak anlamlandırma eğilimi içindeyseniz yanlış yoldasınız, bu aklınızın size kurduğu bir tuzaktır; hakikatin kendisi zaten gördüklerinizden başka bir şey değildir, dolayısıyla bunu da çözüm süreci olarak adlandırmaya gerek yoktur demiş olmuyor mu?
b) Kürt tarafı ise, ‘söz ve imge dışında bir hakikat vardır’, ‘dil ile hakikat arasında bir örtüşme vardır ve olmalıdır’, ‘fakat hakikatin bu temsili, parçalı, yanlış, eksik, kusurlu ve yetersizdir’; ve dolayısıyla ‘evet bir çözüm süreci vardır’, fakat bunun temsil edilme biçimi nedeniyle ‘bir çözüm süreci yoktur’, ‘böyle olumlu bir adlandırmanın kriterlerini henüz sağlamıyor’ ve ‘çözüm süreci tahayyüllerimizle uyuşmuyor’ demiş olmuyor mu?
Bu amansız dilemada başka bir hakikat daha var bizi teselli eden. Tarafların buna “bu bir çözüm sürecidir” dediğini bir düşünsenize. Bu çok daha büyük bir felaket olmaz mıydı? Hasmınızla bir masada oturup konuşurken, el uzatırken, bin yıllık bir kardeşlik hasretini gidermek isterken bir yandan, diğer yandan tuttuğunuz eli büküp kırmak, ağız dolusu küfürler savurmak, kardeşinizi incitmek, alçaltmak istiyorsunuz. Kuralı, nizamı, hukuku olmayan bir yola çıkmak; gittiğiniz yolu varacağınız menzili gizlemek; sorumluluk kadar risklere ortak olmamak; attığınız her adımda yanınızdakine güvende olduğunu hissettirememek. Tam buna tarafların “bu bir çözüm sürecidir” dediğini bir düşünsenize!
Sohbet etmek, konuşmak, dinlemek, anlamak biraz da farklılıklarımızı çarpıştırmanın ötesine geçmek değil midir? Zeynep Kantarcı’nın ifadeleriyle söylersek, acıtan dik taraflarımızı inceltmeden, gardlarımızı indirmeden, iletişime, insana ya da dünyaya bakabilmemiz mümkün müdür? Sadece fikirsel anlamda açılmak ve anlamak değil, hal ve gönül diliyle de anlaşabilmek, aktarılmak istenenlerin hapsedildiği işaretlerin ardındaki gerçeği görebilmek, kırıp dökmeden, vurup savurmadan, dostane bir çaba ister. Bir başkasının imgesine yaklaşabilmek, birlikte aynı hülyaya dalmanın yolu aynı ruhsal düzlemde bulunabilmekten geçer. Aynı sese birlikte kulak kesilerek aynı varlık alanını paylaşıp benzer duyguları edinerek adım atabiliriz ötekinin dünyasına. İşte çözüm sürecinde olmayan da bu. Henüz aynı ruhsal düzlem dünyasında değil kimse. Ortak melodiyi çıkaracak o ses, o dil henüz bulunmamış. Kimilerinin toplumsal mutabakat dediği, adalet, geçmişle yüzleşme ve hakikatleri konuşma dediği şey bir barışın, uzlaşının ve çözümün gerekleriyse, bunun için ortak sesi çıkarmaya, aynı ruhsal düzleme ve varlığın var olduğunu kabul etmeye ihtiyaç var. O Varlık, Kürt sorunudur!
Kaynakça
Zeynep Kantarcı (2020). İmgelerin İhaneti, Bu neden bir pipo değildir. https://www.gzt.com/cins/imgelerin-ihaneti-bu-neden-bir-pipo-degildir-3561498
Ahmet Cüneyt Gültekin (2017). Michel Foucault’nun Magritte Yorumu ve Sözcük Nesne Kopukluğu. Dört Öğe, Yıl 6. Sayı 12.
Comments