AP 14. Kürt Konferansı - Kürt Sorununun demokratik ve barışçıl çözümü
- Çetin Gürer
- 7 Ara 2017
- 9 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 17 Şub
Uzun süre kesintisiz çatışma ve savaş yaşamış bir toplum gerçekliği nedeniyle Kürt sorununu çözmek, birlikte yaşamayı mümkün kılacak, acıları saracak ve her şeyden önemlisi silahlı çatışmaların yeniden başlamasını engelleyecek türde modellere, hukuka, mekanizmalara ve araçlara ihtiyaç duyar. Hamasetle ve bireysel haklar alanında öngörülen kimi kısıtlı adımlarla Kürt sorununu çözme denemesi, er ya da geç “çatışma duvarına” sert biçimde çarpmaktan kurtulmaz. Ki bugün yaşadığımız çatışma bunun bir göstergesi.
Genel olarak özerklik, çatışmaları sonlandıracak, barışı tesis edebilecek araç ve mekanizmalardan biri ve belki de en önemlisi. Özerklik sayesinde, çatışmaların barışçıl ve demokratik yollarla sonladığı dünyada ve Avrupa’da pek çok örnek var. Bunun yanı sıra özerklik, hem “azınlık gruplarının” hem de devletin beklenti ve taleplerini aynı anda karşılaması nedeniyle kaybedeni olmayan bir araç. Özerklik sayesinde “azınlık grupları” egemen topluma karşı “dışsal bir koruma kazanmış” oluyor. Bu sayede, azınlık grupların egemen toplum karşısındaki asimilasyon, kolektif hakları kullanamama gibi sorunları çözüm buluyor. Özerklik, “iç selfdeterminasyon” hakkını kullanmanın da bir biçimi olduğundan, yine bu sayede toplumdaki ayrılma, bağımsızlık (dış selfdeterminasyon) gibi talepler de azalmış oluyor ki bu da devletlerin “toprak bütünlüğü” veya “parçalanma” olasılığını azaltıyor.
Kürt siyasal hareketi ve Kürt toplumunun azami bir kesimi, bağımsızlığa alternatif olarak Türkiye ile birlikte yaşamanın bir aracı/modeli olarak demokratik özerkliği uzunca bir süredir öneriyor. Buna karşın Türk devletinin hem ortaya koyduğu bir çözüm modeli yok hem de demokratik özerkliğe neden hayır dediği, neden karşı çıktığı bilinmiyor.
Kürt siyasal hareketi demokratik özerkliği, birbiriyle doğrudan ilişkili gördüğü iki sorunu çözebilecek bir model olarak görüyor: Kürt Sorunu ve Türkiye’nin Demokratikleşme Sorunu. Bu iki sorun bağlamında bu konuşmamda demokratik özerkliğin bu sorunları çözmeye dönük imkanlarını ve ihtimallerini ele almak istiyorum. Ana soru şu: Demokratik özerklik Kürt Sorununu çözer mi? Türkiye’nin demokratikleşme sorununu çözer mi? Ve bu sorunların çözümü için hangi potansiyeller taşıyor?
Demokratik Özerkliği Tanımlamak: Siyasal Bir Özerklik
Öncelikle demokratik özerkliğin ne olmadığını söyleyerek başlayayım. Demokratik özerklik, kültürel özerklik (personal autonomy); idari özerklik (administrativ autonomy) veya fonksiyonel özerklik (functional autonomy) değil. Demokratik özerklik, özerklik tartışma ve literatüründe toprak (teritoryum) ilkesine göre yasama ve yürütme yetkileri de dahil olmak üzere kimi kamu yetkilerinin sınırları belirli bir bölgeye veya bölgelere devrini öngören bir “siyasal özerklik” (territorial autonomy) modelidir. Siyasal özerklikte yetkiler, belirli bir etnik veya kültürel grubun kendisine değil, bunun genellikle çoğunluk oluşturduğu –fakat bu zorunlu değil- bölge ile paylaşılır. Kimi kamu yetkileri belirli bir toprağa, bölgeye transfer edildiğinden paylaşılan yetkilerden o bölgede yaşayan tek bir etnik grup değil, o bölgenin tüm nüfusu faydalanır.
Bilindiği gibi, Kürt siyasal hareketi demokratik özerkliği sadece “Kürdistan” için değil, tüm Türkiye için önermektedir. Bu ise çoğunlukla, coğrafi, ekonomik ve kültürel benzerlikler bakımından Türkiye’nin 20-25 bölgeye ayrılması biçiminde ifade ediliyor. Bu bölgelerden biri olarak “Kürdistan” için ise ayrıca bir de statü söz konusu. Yani Kürt siyasal hareketi, demokratik özerkliği tüm Türkiye için önermenin yanı sıra Kürdistan’ı diğer olağan özerk bölgelerden farklı kılacak bir statüden bahsetmektedir. Örneğin İspanya’da veya İtalya’daki özel statülü özerk bölgeler gibi.
Yasama Yetkileri Açısından Demokratik Özerklik
Siyasal özerkliği, idari veya kültürel özerklikten ayıran en önemli unsur, özerk bölgelerin anayasal olarak tanımlanmış ve demokratik yolarla seçilmiş bir yasama meclisine (legistlative) ve bir yürütme organına (executive) sahip olmasıdır. Yasama yetkileri açısından demokratik özerklikte, her özerk bölgenin kendine ait bir “bölge meclisi” ve bu meclislerin karar ve yasalarını uygulayacağı bir “yürütme” organı ön görülüyor. Bu mekanizmanın nasıl işleyeceği ve nasıl oluşacağı, görev ve sorumlulukları, kararlarının denetimi, bölge meclis milletvekillerinin oluşumu gibi pek çok nokta, örneğin BDP’nin 2012’de hazırladığı Anayasa Taslak metninde detayıyla açıklanmıştı.
Bununla birlikte, demokratik özerklikte, karar ve yasama süreçlerine halkın doğrudan katılımını öngören başka mekanizmalar da söz konusu. Örneğin yeterli sayıda imza ile halkın doğrudan yasa teklifinde bulunabilmesi; halk meclisleri, yurttaş meclisleri, mahalle meclisleri veya komünler gibi isimler alan demokratik organlar yoluyla, yasama ve karar süreçlerine halkın doğrudan katılımının sağlanması gibi.
Demokratik Özerklikte Siyasal Temsiliyet
Siyasal özerkliğin önemli özelliklerinden biri, gelişmiş temsiliyet olanaklarına sahip olmasıdır. Nihayetinde “azınlık gruplarla” egemen toplum arasında çatışmaya ve sorunlara yol açan unsurlardan biri, azınlık gruplarının siyasal alandan, karar süreçlerinden ve iktidar olanaklarından sürekli dışlanıyor olması ve temsil olanaklarından mahrum bırakılıyor olmasıdır. Özerklik ile bu gruplar, yerel, bölgesel, ulusal ve hatta kimi örneklerde uluslararası düzeyde kendini temsil etme, kendisiyle ve yaşadığı coğrafya ile ilgili kararlara katılma olanaklarına kavuşmaktadır.
Temsiliyet olanakları açısından demokratik özerkliğe içkin iki düzleme bakmak gerekir. Birinci düzlem, statü sahibi “Kürdistan’ın” ulusal ve uluslararası alanda temsiliyeti olacak mı? Buna ilişkin, demokratik özerklikte yeterli bir tartışmanın olduğunu söylemek güç. Yani Kürt siyasal hareketi bu soruyu teorik olarak nasıl tartışıyor, bunun için elimizde yeterli bilgi yok. Oysa ulusal ve uluslararası temsiliyet sorunu da başka boyutlar kadar tartışılması gereken bir konu. Örneğin, merkezi devlet uluslararası bir antlaşma gereği özerk bölgeye bir savaş gücü konuşlandırma kararı verirse; veya yine böyle bir antlaşma gereği çokuluslu bir şirketin özerk bölgede iktisadi faaliyetler yürütmesine tek başına izin verirse, bunlar özerk bölgenin kendini yönetme anlayışıyla uyumsuz olacağından, bu çelişki nasıl aşılacak?
İkincisi ise, her bir özerk bölgede farklı kimlik ve kültürler hangi yolla temsil edilecek ve bunların kendi kimlik ve kültürel haklarını kullanmada hangi demokratik yöntemler seferber edilecek? Bu soruya ilişkin şunlar söylenebilir. Demokratik özerklik, epistemolojik inşasını devlet-toplum paradoksuna, hiçbir toplumun homojen olmadığı, bilakis heterojen olduğu kabulüne ve toplumun siyasetle yeniden buluşması gerektiği yaklaşımına dayanır. Bu konuda Abdullah Öcalan’ın “Demokratik Uygarlık” savunmaları pek çok tartışma içerir. Demokratik özerklik, toplumu oluşturan her tür farklılığın, kimliğin, kültürün kendi öz örgütlenmesi ile siyasal alanda temsil edilmesi gereğini vurgular. Bu öz örgütlenmeler sayesinde, toplumun kendini yönetme gücüne yeniden kavuşacağı, devletin sınırlanıp toplumun genişleyeceği, toplumun siyasetle yeniden buluşacağı ve nihayetinde siyasal ve toplumsal alanın tabandan yükselen bir hareketle demokratikleşeceği öngörülür. Bu açıdan demokratik özerklik, hem komün, meclis gibi öz örgütlenmeler yoluyla toplumun kendini doğrudan temsil edebileceği hem de kurumsal düzeyde etnik, kültürel, inanç, cinsiyet gibi farklı kimliklerin konfederal bir biçimde temsiliyet kazanacağı bir taban örgütlenmesi anlayışına yaslanır ve bu çoğunlukla “demokratik ulus” olarak tarif edilir.
Rojava’da uygulanan demokratik özerklik modelinde görülen bir başka pratik örnek ise, etnik kimlik ve kültürlerin yönetimde oransal temsil edilmeleridir. Rojava’da bilindiği gibi, Kürt, Arap, Süryani, Türkmen gibi etnik kimlikler nüfusları oranında “Tev-Dem” ve “Batı Kürdistan Halk Meclislerinde” temsilci bulundurmaktadır. Bu temsiliyet yöntemi, aslında Ortadoğu coğrafyası için “radikal” ve “yeni” olmakla birlikte, aslında dünyadaki uygulamalarda görülen ve “ortaklaşmacı demokrasi” (consociational democracy) olarak tanımlanan uygulamanın bir benzeridir. Ortaklaşmacı demokrasi, tam da siyasal özerkliğin “yeni azınlıklar” doğurabileceği eleştirisine karşı, bu bölgelerdeki farklı kimliklerin nüfusları oranında temsil edilmesine olanak sağlayan bir araçtır.
Demokratik Özerklik ve Kültürel Haklar
Etnik veya ulusal sorunlar bağlamında herhangi bir özerklik (idari, kültürel veya siyasal), egemen toplumdan farklı bir halkın, maddi ve manevi kültürüyle birlikte kendini geleceğe taşıma, bu kültürü geliştirme, koruma ve de asimilasyona karşı koruma olanakları sunduğu için, bağımsız devlet kurmaya alternatif bir seçenek olmaktadır. Siyasal özerklikte, kültürel hakların kullanımı ve çerçevesi oldukça geniştir. Anadilde eğitimden, çok-dilli eğitim hakkına; özerk bölgeye ait üniversiteden mesleki eğitimin anadilinde yapılmasına; yerel ve kültürel sembollerin, flamaların, bayrakların kullanımından tarihi eserlerin korunması ve bakımına, müzelerin oluşturulmasına ve de medya ve yayın faaliyetlerinin anadilinde yapılmasına kadar pek çok konuyu kapsar.
Demokratik özerklik bu çerçevede, sadece Kürtlerin kültürel haklarından söz etmez. Aynı zamanda, asimilasyon politikaları nedeniyle yok olmaya, unutulmaya yüz tutmuş tüm kültürlerin yeniden canlandırılması ve yaşatılması gereğini de vurgulayarak çok kültürlü bir toplumsal yapıya kapı aralar. Bu çerçevede demokratik özerklik, çoğulcu bir toplum tasavvuruna dayanır ve sosyolojik manada toplumu, farklı kimlik ve kültürlerden mürekkep bir birlikte yaşama formu olarak görür. Kimlikler çokluğunda toplumun bütünleşmesinin ve bir arada yaşamanın mümkün ve de bunun günümüz koşullarına uygun bir form olduğunu öne sürer.
Kültürel hakların kullanımı bakımından belki de en sık tartışılan konulardan biri Kürtçenin kullanımına ilişkindir. Bu tartışmalar anadilinde eğitim, seçmeli ders, ikinci resmi dil gibi geniş bir yelpazeyi kapsar. Örneğin demokratik özerkliğin kültürel boyutu içinde, anadilinde eğitim ve kamusal ve özel alanda çok dillilik öne çıkar. Öyle ki örneğin DTK’ya göre “kamu hizmeti yapacak görevlilerin tek resmi dil kullanmalarının zorunlu olmadığı” ifade edilir. Bu, bir yandan kamusal hizmetlerde tek resmi dil olarak Türkçenin kullanılmasına karşı bir anlam taşırken diğer yandan Kürtçenin veya başka herhangi bir dilin de benzer biçimde tek resmi dil olmayacağı manasına gelir.
Demokratik Özerklikte Ekonomik Olanaklar
Siyasi bir özerklik, bölgenin ekonomik refaha kavuşması ve iyileşmesi bakımından ekonomik alana ilişkin yeterli yetkiler içermelidir. Özellikle uzun soluklu silahlı çatışmalar yaşanmış veya sömürgecilik geçmişi olan bölgelerin özerklik statüsüyle birlikte, bunların yol açtığı ekonomik sorunların üstesinden gelmesi beklenir. Bu açıdan siyasal özerklikte öncelikler arasında, geleneksel ekonomik sömürge ilişkilerinin ortadan kaldırılması, bunun yol açtığı tahribatın düzeltilmesi ve toplumun sömürgecilik öncesi refah düzeyine gelmesi bulunur.
Ülke genelinden farklı olarak özerk bölgenin bağımsız bir vergi sisteminin olup olmayacağı, merkez ile özerk bölge arasında paylaşılan vergi oranlarının tespiti, yer altı ve yerüstü kaynakların özerk bölge tarafından kullanılması, hangi ulus ötesi şirketlerin hangi üretim faaliyetlerinde bulunacağı gibi konularda özerk bölge karar ve yetki sahibi olmalıdır. Siyasal özerklik şayet, bir bölgenin veya halkın kendini geleceğe taşıması, kendi varlığını koruması ve geliştirmesi amacını taşıyorsa, ekonomik özerklik vazgeçilmez bir kriterdir.
Öncelikle Kürt siyasal hareketinin demokratik özerklikle birlikte alternatif ekonomi arayışları içinde olduğunu görüyoruz. Bu arayışların temelinde ise genel olarak, yaşanabilir bir hayatın vahşi kapitalizmin kurallarına göre kurulamayacağı anlayışı yatmaktadır. Ulus devletin yanı sıra kapitalizm bu açıdan en fazla eleştiriye tabi tutulan konuların başında geliyor. Ancak, alternatif arayışlara rağmen, demokratik özerkliğin ekonomi yaklaşımını, kapitalizmi, serbest piyasayı, özel mülkiyeti ve sermayeyi topyekün yok etmeye dönük bir model olarak tanımlamak zor. Demokratik özerklik daha çok “kapitalizmi ehlileştirebilecek”, sınırlandırabilecek, vahşi kapitalizmin kurallarına tabi olmayan, tersine bu kuralları demokratikleştirecek, iktisadi mal ve hizmet üretimi, bölüşüm ve paylaşımını yeniden toplumun denetimine sokarak demokratik kılacak bir ekonomi anlayışı barındırır.
Topluluk ekonomisi, dayanışma ekonomisi ya da eko-endüstri gibi kavramlarla da ifade edilen bu ekonomi anlayışının temel dayanağı, kapitalizmin üretim, tüketim ve sermaye gibi her tür tekelleşme eğilimine karşı, bireyi ve toplumu koruyup ayakta kalmasını ve temel ihtiyaçlarını dolayımsız karşılamasını sağlamaktır. Kapitalizmi sınırlandırmak veya yeni bir ekonomik sistem, kâra el koyan (devlet, tüccar, din, bürokrasi, ordu tekeli) güçleri devre dışı bırakmakla mümkün görünmektedir. Bu anlamda demokratik özerklikte örneğin kooperatifler, bu işlevi görebilecek bir alternatif olarak öne sürülür. Ancak bu alternatifin, hem tarif edilen kapitalizmin sınırlandırılmasını ne ölçüde başaracağı hem de refah seviyesi oldukça düşük bölgeleri ekonomik refaha nasıl taşıyacağı önemli bir soru(n)dur.
Demokratik Özerklik ve Vatandaşlık
Vatandaşlık konusunun önemi, özerk bölgede yaşayacak “yabancıların” statüsünün nasıl düzenleneceği, çalışma ve oturum gibi yabancılara verilen izinleri merkezin mi yoksa özerk bölgenin mi yapacağı, bu düzenlemelerin kriterlerini kimin belirleyeceği, göçmenlerin nasıl kabul edileceği gibi konuları içermesinden gelir. Bunları düzenleme yetkilerinin devletin merkezi yetkileri arasında olması durumunda, bundan özerk bölgenin olumsuz etkilenebileceği sonuçlar doğabilir. Planlı iskân politikalarıyla özerk bölgenin demografik yapısıyla oynayıp zamanla bölgedeki özerklik eğilimini zayıflatmak, bu olumsuz sonuçlardan biri olabilir. Bölgesel vatandaşlık yetkisinin özerk bölgede olması durumunda ise, bu kez yerleşim, çalışma gibi konularda özerk bölge oldukça kısıtlayıcı, dışlayıcı politikalara yönelebilir ve neticede bu seyahat, yerleşim ve çalışma özgürlüklerini engelleyecek boyutlara kadar ulaşabilir.
Demokratik özerklik, öncelikle 1982 TC Anayasa’sında tanımlanmış ve herkesi “Türk” olarak tanımlayan vatandaşlık tanımının kaldırılması, değiştirilmesi ve yerine etnik, dinsel aidiyetlere vurgu yapmayan yeni bir vatandaşlık tanımını gerekli görür. Türkiye’deki vatandaşlık tanımı etnik bir boyut içerdiği için -herkesi Türk yapan- vatandaşlığın da “demokratikleştirilmesini” gerekli görür.
Demokratik özerklikte, devlete aidiyet olarak vatandaşlık aslında reddedilmez. Diğer deyişle modern anlamdaki devlete hukuki bağ olarak vatandaşlık, geçerliğini korur fakat tek geçerli vatandaşlık biçimi olarak görülmez.
Günümüzdeki ulus ötesi gelişmelerin bir sonucu olarak geleneksel ulus devlet vatandaşlığının aşındığı gerçeğinden de hareketle demokratik özerklik, bölgesel vatandaşlık, AB vatandaşlığı ve devlet vatandaşlığının eşzamanlı olabileceğini söyler ve bir “çoklu vatandaşlık” modeli tartışması açar. Bu yönüyle demokratik özerklik tartışmasında, vatandaşlık “ulus ötesi” bir boyuta yerleşir. Ayrıca demokratik özerklikte yurttaş, devletin verdiği hak ve sorumluluklarla yetinen, başka deyişle “haklara sahip olma hakkı”nı (Arendt) kullanmakla yetinen bir birey olmanın ötesinde, evrensel insan haklarını ve uluslararası evrensel normları veri alan “hakları kullanma hakkına sahip” performatif bir yurttaşlığı da ifade eder.
18.yy’dan itibaren ulus devlete aidiyet olarak gelişen modern yurttaşlığın aksine demokratik özerklik modelinde yurttaşlık, benzerlerin değil, farklılıkların eşitliğini veri alır. Bu, sadece farklı etnik ve kültürel grupların eşitliğini değil, aynı zamanda farklı cinsiyet kimliklerinin de eşitliği anlamına gelir. Yine modern yurttaşlıktan farklı olarak bu modelde yurttaş, belirli dönemlerde sandık başına gidip oy kullanan bir plebisit değildir. Bilakis, yönetim ve karar süreçlerine doğrudan katılım hakkı ve araçları olan özgür yurttaştır.
Demokratik Özerklik Kürt Sorununu çözer mi?
Kürt sorununu çözmekten kastımız, bir yandan devlet topraklarında bir değişim olmadan birlikte yaşamak ve Kürtlerin de halk olmaktan doğan kolektif haklarını, dil, kültür ve kimlik haklarını kullanabileceği, egemen topluma karşı kendini güvende hissedeceği, hakların ve özgürlüklerin eşitlik temelinde kullanıldığı bir durum ise, buna kısıtlı insan hakları reformlarıyla veya güvenlikçi askeri politikalarla ulaşmak imkânsız. Beri yandan uzun süre çatışma yaşamış, çatışmalardan doğan derin yarıkların ve kopuşların olduğu, simgesel, idelojik ve duygusal kopuşların yoğun olduğu, ezcümle “bölünmüş bir toplumda” kalıcı bir barış ve birlikte yaşam, ancak uygun araçlar, mekanizmalar ve modeller varsa mümkün olabilir. Bunlar yoksa sorunun gerçek bir çözümü söz konusu değildir, ya çözüm erteleniyordur ya da çözüm adına birileri diğerini kandırıyordur.
Demokratik özerklik Kürt sorununu çözer mi bunu bilmiyoruz. Kürt sorununu çözmek için demokratik özerkliğin şart olup olmadığını da bilmiyoruz. Fakat Kürt sorununun çözümünün ancak özerklik veya özerklik benzeri bir yetki paylaşımı modeliyle mümkün olduğunu söyleyebiliyoruz.
Son olarak demokratik özerkliğin tematize ettiği geniş sorun yelpazesini düşünürsek hala üzerinde uzlaşılamamış, genel bir tarifi yapılamamış Kürt sorununun tanımı da büyük oranda anlaşılıyor. Bu nazardan Kürt sorunu; bir statüsüzlük ve kendini yönetememe sorunu; Kürtlerin kendi kader ve gelecekleriyle ilgili konularda özerk karar alamama sorunu; başta anadilinde eğitim ve hizmetler olmak üzere, kolektif haklardan mahrum bırakılma sorunu; yerel, kültürel sembol, simge ve yer adlarını kullanamama sorunu; yıllarca süren savaş, şiddet ve asimilasyon politikaları nedeniyle bir “iç sömürge” sorunu olarak tarif edilebilir. Demokratik özerklik hem bu sorunlara hem de Türkiye’nin demokratikleşmesine bir çözüm olarak düşünülen, yerelleşmeyi, yerel demokrasiyi, katılımı, eşit siyasal temsili ve aktif yurttaşlığı güçlendiren bir model. Kalıcı bir barışın ve Kürt sorununun demokratik, eşitlik ve özgürlük temelinde çözümü için eldeki en önemli somut araçlardan biri. Bunun dışında hali hazırda üzerinde konuşulacak başka bir model yok.
Not: Avrupa Parlamentosu 14. Kürt Konferansı için yapılan konuşmanın tam metni. 7-8 Aralık 2017
Comentários